İster yanılsama yoluyla, ister eserin kendi fiziksel hareketiyle belirsin, hareketi görselleştirme çabası, eserin gerçeklikle bağ kurması arzusunu barındırır. Hareket eden herhangi bir imgenin hareketini sekans sekans gösteren sanatçı, çıplak gözle görülemeyen saklı anlara odaklanmıştır. Yahut eserin, fiziksel olarak gerçekten hareket etmesi için mekanik ve teknolojik destek almış sanatçı, eserle birlikte boşluğa, uzama, zamana ve izleyicinin kendisinin eserle gerçek bir bağ kurmasına odaklanmıştır. Ya da sanatçı olarak eserini ortaya koymaya çalışırken, bedeninin hareketini de esere dahil etmeye çalışarak, hem ruhsal hem de fiziksel hareketinin izlerini görselleştirmenin çabasına girmiştir. İşte hareket kavramı çerçevesinde gelişen bu yaklaşım farklılıkları, yirminci yüzyılın başlarından itibaren plastik sanatlar alanında ortaya koyulan zengin ifade biçimlerinin tetikleyicisi konumundadırlar.
Diğer yandan hareketin ifade edilebilmesi amaç haline geldiğinde, fotoğraf makinesiyle başlayıp kameranın icadına uzanan ve otonom makine icatlarına değin süren uzun bir sanatsal arayış gözlenir. Gerek teknolojik destekler alan, gerekse yeni teknolojik aletler geliştiren sonsuz sayıda sanatçı, kendi öyküleriyle birleştirerek, hareketin ifade edilmesi yolculuğunda farklı anlatım dilleri geliştirmiştir. Araştırma sırasında problem ekseninde çeşitli kitap, makale ve internet sitelerine başvurulmuş olup, eser çözümlemesi yoluyla sanatçıların hareket kavramı bağlamında ortaya koydukları eserler, karşılaştırmalı olarak tartışmaya açılmıştır.
Sonuç olarak sanatçıların üretimleri, biçim ve içeriksel olarak hareket kavramı üzerinden değerlendirilirken, sanatta yeni ifade olanakları yaratan yönlerine vurgu yapılmıştır. Genel olarak disiplinler arası bir arayış olarak ifade edilebilecek bu çaba, biçimlendirmeler arası bir melezleşmeye de işaret etmektedir. Bağlam kapsamında bu biçimlendirme modelleri sanat tarihsel örnekler ile gruplandırılmaya çalışılmış; bağlam, tarihsel referanslara gönderme yapan güncel sanat örnekleriyle geliştirilmiştir.
The effort of visualizing motion—be it through illusion or the actual movement of the artwork itself—harbors the artwork’s desire to connect with reality. While showing the motion of any image in sequences, the artist focuses on hidden moments that are invisible to the naked eye. Using mechanical and technological support to actually bring the artwork into motion, the artist focuses on—besides the artwork itself—the void, space, time and the very notion of connection between the viewer and the artwork. Involving the movement of his/her body while producing the artwork, the artist is attempting to visualize the traces of his/her spiritual and physical motion. All these different approaches revolving around the concept of motion constitute the trigger factor for the various types of expression in plastic arts starting from the early 20th century.
On the other hand, once the expression of motion becomes the purpose, one can observe a long artistic pursuit starting with the invention of camera and continuing throughout the invention of autonomous machines. Either by using technological support or developing technological tools, numerous artists have invented various narrative languages to express motion through their own stories. During this study and within the context of this problem, various books, articles, and websites have been used as reference while discussing artworks—focusing on the expression of motion—from various artists, in a comparative method analysis.
Consequently, the artworks have been analyzed in terms of motion—both form and content-wise—while at the same time emphasizing the ways they created new opportunities of artistic expression. This very effort, which can be defined as an interdisciplinary pursuit, indicates concurrently an inter-formative hybridization. Within this scope, these formative models were grouped with art-historical examples, while the dimensions of the scope were expanded focusing on recent artworks with historical references.